top of page

Search Results

Boş arama ile 1342 sonuç bulundu

  • Virgin Galactic Yeni Uzay Gemisini Tanıttı

    İnanılmaz Derecede Parlak. Virgin Galactic, VSS Imagine adını verdiği yeni nesil uzay gemisini tanıttı. Uzay şirketinin filosuna yapılan yeni ekleme, SpaceShip III araçlarının yeni sınıfıdır ve şirketin test ettiği SpaceShipTwo tasarımlarını takip ediyor. SpaceShipTwo öncüllerine kıyasla bazı küçük tasarım güncellemelerinin yanı sıra, göze çarpan yeni özellik, VSS Imagine'in yeni boyama biçimi. Hareket ederken sürekli renk ve görüntüsünü değiştirebilen araç bir ayna gibi çevreyi yansıtabilecek kadar şaşırtıcı derecede parlak. Virgin Galactic, uygun fiyatlı uzay turizmini gerçeğe dönüştürmek için çok çalışıyor. Şirket kısa süre önce SpaceShipTwo uzay uçağının kabin içini, gücü yeten herkesi uzayın alt kenarlarına götürmek için tasarladı. 2019 yılında, şirketin bir SpaceShipTwo sınıfı aracı olan VSS Unity uzay uçağı, WhiteKnightTwo ana gemisi tarafından 44.000 fit'e taşındıktan sonra 44,85 mil (89,9 km) yüksekliğe ulaştı. Açıklamada, "Uzay Gemisi III sınıf araçların tanıtımı, Virgin Galactic'in her bir uzay limanı için yılda 400 uçuş yapmayı hedefleyen önemli bir kilometre taşıdır" ifadesi yer alıyor. Virgin'in kurucusu Richard Branson, "Virgin Galactic uzay gemileri, kısa bir süre sonra kendileri için uzay mucizesini deneyimleyebilecek binlerce insana yeni ve dönüştürücü bir bakış açısı sunmak için özel olarak inşa edildi." dedi. Kaynak: https://futurism.com/the-byte/virgin-galactic-spaceship-vss-imagine

  • Oluşumunu Hala Tamamlayamayan Embriyonik Gezegen: CERES

    Cüce gezegen Ceres, Mars ve Jüpiter arasındaki asteroit kuşağındaki en büyük nesne ve iç güneş sisteminde bulunan tek cüce gezegendir. Ceres, güneş sistemimizdeki cisimleri kategorize etmenin ne kadar zor olabileceğinin güzel bir örneğidir. Giuseppe Piazzi onu 1801'de ilk gördüğünde, Ceres'in Mars ve Jüpiter arasındaki "kayıp" gezegen olduğunu varsaydı. Birkaç yıl içinde bölgede Pallas, Juno ve Vesta da keşfedildi ve bunlara da gezegen denildi. 1840'lardan başlayarak, gökbilimciler bir gezegenin tanımına pek uymadıkları için bu bölgedeki artan sayıda cismi yeniden sınıflandırmayı tartıştılar. Uzun yıllar asteroit olarak adlandırılan Ceres, büyük ve kayalık komşularından o kadar farklı ki, bilim insanları onu 2006 yılında bir cüce gezegen olarak sınıflandırdı. 2015 yılında Ceres bir uzay aracından ziyaret alan ilk cüce gezegen oldu. Ceres, adını Roma mısır ve hasat tanrıçasından almıştır. Tahıl kelimesi aynı isimden gelmektedir. Boyut ve Mesafe 296 mil (476 kilometre) yarıçapıyla Ceres, Dünya'nın yarıçapının 1 / 13'ü kadardır. Ceres, güneşten 2.8 astronomik birim uzaklıktadır. Bir astronomik birim (AU olarak kısaltılır), güneşten Dünya'ya olan mesafedir. Bu mesafeden güneş ışığının Ceres'e ulaşması 22 dakika sürer. Yörünge ve Dönme Ceres’in güneş etrafında bir tur yapması 1.682 Dünya günü sürer. (4.6 Dünya yılı) Ceres güneşin yörüngesinde dönerken, her 9 saatte bir dönüşü tamamlayarak gün uzunluğunu güneş sistemindeki en kısalardan biri yapar. Ceres'in dönme ekseni, güneş etrafındaki yörüngesinin düzlemine göre sadece 4 derece eğimlidir. Bu, neredeyse tamamen dik döndüğü ve diğer daha eğimli gezegenlerin yaptığı gibi mevsimleri yaşamadığı anlamına gelir. Oluşumu Ceres, güneş sisteminin geri kalanıyla birlikte yaklaşık 4,5 milyar yıl önce, yerçekiminin küçük bir cüce gezegene dönüşmek için dönen gaz ve tozu çekmesiyle oluştu. Bilim insanları Ceres'i "embriyonik bir gezegen" olarak tanımlıyorlar, bu da onun oluşmaya başladığı ancak tam olarak bitmediği anlamına geliyor. Yakındaki Jüpiter'in güçlü yerçekimi, onun tamamen oluşmuş bir gezegen olmasını engelledi. Yapısı Ceres, karasal gezegenlere (Merkür, Venüs, Dünya ve Mars) asteroit komşularından daha benzerdir, ancak çok daha az yoğundur. Benzerliklerden biri katmanlı bir iç mekandır ancak Ceres'in katmanları o kadar net tanımlanmamıştır. Ceres'in muhtemelen sağlam bir çekirdeği ve su buzundan yapılmış bir kılıfı vardır. Aslında, Ceres yüzde 25 kadar sudan oluşabilir. Bu doğruysa, Ceres'de Dünya'dan daha fazla su var. Ceres'in kabuğu, büyük tuz birikintileri ile kayalık ve tozludur. Ceres'deki tuzlar sofra tuzu (sodyum klorür) gibi değil, bunun yerine magnezyum sülfat gibi farklı minerallerden yapılmıştır. Yüzey Ceres sayısız küçük, genç kraterlerle kaplıdır, ancak hiçbirinin çapı 280 kilometreden büyük değildir. Cüce gezegenin 4,5 milyar yıllık ömrü boyunca çok sayıda büyük asteroid tarafından vurulmuş olması gerektiği düşünüldüğünde, bu şaşırtıcıdır. Krater eksikliği, yüzeyin hemen altındaki buz katmanlarından kaynaklanıyor olabilir. Buz veya tuz gibi başka bir düşük yoğunluklu malzeme yüzeyin hemen altındaysa, yüzey özellikleri zamanla yumuşayabilir. Buz volkanları gibi geçmişteki hidrotermal faaliyetlerin bazı büyük kraterleri silmiş olması da mümkündür. Atmosfer Ceres'in çok ince bir atmosferi var ve su buharı içerdiğine dair kanıtlar var. Buhar, buz volkanları tarafından veya süblimleşen (katıdan gaza dönüşen) yüzeye yakın buzla üretilebilir. Yaşam Potansiyeli Ceres, güneş sistemimizde bilim insanlarının olası yaşam belirtilerini aramak istediği birkaç yerden biridir. Ceres, diğer gezegenlerin çoğunda olmayan bir şeye sahiptir: Su. Dünya'da su yaşam için çok önemlidir, bu nedenle bu bileşen ve birkaç başka koşulun karşılanmasıyla orada yaşam var olabilir. Ceres'teki canlılar, eğer oradalarsa, muhtemelen bakterilere benzer çok küçük mikroplar olacaktır. Ve Ceres bugün canlılara sahip olmasa da, geçmişte yaşamı barındırdığına dair işaretler olabilir. Aylar Ceres'in hiç uydusu yok. Manyetosfer Bilim insanları Ceres'in manyetosfere sahip olduğunu düşünmüyor. Rakamlarla CERES Ceres, Dünya'dan 13,4 kat daha küçük KEŞİF TARİHİ: 1 Ocak 1801 ORTALAMA YÜKSEKLİK MESAFESİ: 413.690.250km ORBIT HIZI: 64.360km / s YOĞUNLUK: 2.09g / cm 3 KİTLE: 947.000.000.000.000.000.000kilogram YÜZEY ALANI: 2.849.631km 2

  • Kalbini Dinle? Bu Olağanüstü Organın Gerçekte Ne Yapıyor…

    Kişinin kendi kalp atışına ilişkin farkındalığının bazı olumlu etkileri vardır. Kalp, damarlarımıza kanı iten bir pompadan daha fazlasıdır. Aynı zamanda düşüncemizi, duygularımızı, algımızı ve kimliğimizi etkileyen bir organdır. İnsan kalbi genellikle yumruk büyüklüğündedir. Doğrudan birbirine bağlı olmayan iki parçadan oluşur sol ve sağ. Bu yüzden bazen onlara sol kalp ve sağ kalp deniyor. Sağ kalp akciğerlere kan pompalar. Ardından, oksijen bakımından zengin kan sol kalbe gider. Sol kalp kanı tüm vücuda pompalar, bu yüzden sağ kalpten biraz daha büyüktür. Daha sonra kan sağ kalbe geri gelir ve onu tekrar akciğerlere pompalar. Kalbin kendi otomatizması vardır, yani beyin tarafından yönetilmeden çalışabilir. Kasılmalarını kendisi kontrol eder. Kardiyak kasılmalar, kalbin elektriksel iletim sistemi tarafından indüklenir. Bu sistem sinir sisteminden bağımsızdır ve sadece kasılmaları yavaşlatabilir veya hızlandırabilir. Elektriksel iletim sisteminin hücreleri, döngüsel elektrik impulsları üretme yeteneğine sahiptir. Bu elektriksel uyarılar, sağ kulakçık duvarından, kalbin sinüs düğümünden kaynaklanır ve buradan sistemdeki diğer hücrelere giderler. Kalbin elektriksel aktivitesi EKG sırasında ölçülür. Çok basitleştirilmiş bir şekilde, kalbin çalışması iki aşamaya ayrılabilir: Kanı pompalamak için kasıldığında sistol ve kalp gevşediğinde ve kanla dolduğunda diyastol. Tipik sağlıklı kalbin sesleri 'lub' ve 'dub' hecelerine benzer. Birincisi kasılma dizisini açar ve ikincisi onu kapatır. Kasılma sırasında ağrı daha az hissedilir ve reflekslerimiz ve algımız uyuşur. Brighton ve Sussex Tıp Fakültesi'nden Sarah Garfinkel tarafından yapılan deneylerin sonuçlarına göre, küçük uyaranlar (iğne batması gibi) fark edilmeyebilir. Kişinin kendi kalp atışına ilişkin farkındalığının bazı olumlu etkileri vardır. Kendi kalp atışlarını hissedebilen insanlar daha sezgiseldir ve riskleri doğru bir şekilde tahmin etmede daha iyidir. İngiliz bilim adamları Narayanan Kandasamy, Sarah Garfinkel ve Lionel Page tarafından yapılan araştırmalar, bu tür insanların daha iyi borsa tahminleri yaptığını öne sürüyor. Bu arada, Oxford nörobiyologu Geoff Bird'ün araştırmasına göre de, kalp atışlarını net bir şekilde hissedemeyen insanlar, başkalarının duygularını okumaya daha az yatkınlar. Kalbin sistol ve diyastol döngüsünün ritmi, beynimizin kalp atışımızla senkronize elektriksel aktivitesi olan kalp atışıyla uyarılmış potansiyel (HEP) olarak adlandırılan serebral aktivitemizde iz bırakır. HEP ne kadar güçlüyse, kalp atışımızı o kadar net kaydedebiliriz. Çeşitli deneyler, güçlü HEP'e sahip kişilerin görsel ayrıntıları fark etmede daha iyi olduğunu göstermiştir. Catherine Tallon-Baudry'nin French Centre National de la Recherche Scientifique'deki deneylerinin sonuçlarına göre, bu insanlar karar verme konusunda daha tutarlı ve kendinden eminler. École Polytechnique Fédérale de Lausanne'den Olaf Blanke ve Hyeongdong Park dahil olmak üzere bazı bilim adamları, HEP fenomeninin kimlik oluşturmamızın anahtarı olduğunu iddia ediyor. Hatta kalp atışımızın ritminin bize benliğin sürekliliği hissini verdiğini söylüyorlar. HEP'in doğru eğitim ile geliştirilebileceğini de belirtmekte fayda var. İnsan kalbi dakikada ortalama 70 kez atıyor. Her seferinde yaklaşık 72 mililitre kanı dışarı atıyor. Bu, her gün yaklaşık 100.000 kalp atışı ve 7200 litreden fazla kanın kalbe itilmesini sağlar. İnsan ömrünün ortalama 78 yılı boyunca kalp 2,8 milyar kez atar ve 200 milyon litre kan pompalar, bu da 60 Olimpik yüzme havuzuna eşit bir miktardır. Fiziksel efor sırasında kalp atış hızı artar, ancak düzenli egzersiz kan basıncımızı düşürür çünkü kalp - diğer kaslar gibi - güçlendirilebilir ve daha verimli hale getirilebilir. Bazen her insanın yaşamı boyunca kullanabileceği sınırlı sayıda kalp atışına sahip olduğu iddia edilir. Bu doğru değil, denklem o kadar basit değil. Ancak kalp atışları daha yavaş olanların daha uzun yaşama eğiliminde oldukları doğrudur. Hayvanlara gelince, nabzı yavaş olanlar (balinalar gibi - dakikada 20 kalp atışı), hızlı atan kalplere (hamster - dakikada 450 atış) göre daha uzun yaşama eğilimindedir. Kaynak: https://bigthink.com/surprising-science/function-of-heart?rebelltitem=1#rebelltitem1 https://www.oprah.com/spirit/listen-to-your-heart-not-your-head/all https://web.stanford.edu/class/history13/earlysciencelab/body/heartpages/heart.html

  • Altın Kan: Dünyadaki En Nadir Kan

    ● Dünya çapında 50'den az kişide 'altın kan' veya Rh-null var. ● Kan eğer Rh sistemindeki 61 olası antijenden yoksunsa Rh-null olarak kabul edilir. ● Çok az insanda olduğu için bu kan grubuyla yaşamak da çok tehlikelidir. Altın kan grubu veya Rh-null kan grubu, kırmızı kan hücresinde (RBC) Rh antijenleri (proteinler) içermez. Altın Kan grubu tespit edilen kişi sayısı 50'den az olup dünyadaki en nadir kan grubudur. İlk olarak Avustralya Aborjinlerinde görüldü. Altın kan grubuyla ilgili endişe, Rh null bağışlarının inanılmaz derecede az olması ve elde etmenin zor olmasıdır. Bir Rh null kişisi, eğer kana ihtiyaç duyuyorsa, dünya çapında küçük bir düzenli Rh null donör ağının işbirliğine güvenmek zorundadır. Dünya genelinde bu kan grubu için sadece dokuz aktif bağışçı bulunmaktadır. Bu, onu dünyanın en değerli kan grubu yapar, dolayısıyla altın kan adını alır. Altın kan grubunda, birey tüm Rh antijenlerinden yoksundur, oysa Rh negatif kan grubuna sahip bir kişi yalnızca RhD antijeninden yoksundur. Neden bazı insanların altın kan grubu var? Altın kan grubu, genetik mutasyonun (gendeki kendiliğinden değişim) bir sonucu gibi görünmektedir. Genellikle Rh ile ilişkili glikoproteini kodlayan RHAG genindeki mutasyonlarda görülür. Bu protein, Rh antijenlerini RBC zarına yönlendirmek için gereklidir. RHAG mutasyonu genellikle kalıtsal stomatositoz adı verilen bir hastalıkla ilişkilidir. Bu kişilerde uzun süreli, hafif, hemolitik anemi ve artmış RBC yıkımı olabilir. Aşağıdaki koşullar sizi daha yüksek altın kan grubu riskine sokabilir: ● Akraba evliliği (kuzenler, erkek kardeşler veya yakın veya uzak akraba olan herhangi biri arasındaki evlilik) ● Otozomal genler (hastalık özelliklerine sahip anormal genler, ailelerden geçerler). ● RHD ve RHCE veya RHAG olan belirli genlerin değiştirilmesi veya tamamen silinmesi Altın kan grubunun komplikasyonları nelerdir? Rh null veya altın kan grubuna sahip kişilerde genellikle: ● Doğumdan beri hafif ila orta derecede hemolitik anemi : Bu, kırmızı kan hücrelerinin daha hızlı yok olmasına yol açar. Bu durum da hemoglobin seviyelerinin düşük olmasına, solgunluğa ve yorgunluğa neden olabilir . Nedeni RBC'lerdeki yapısal kusurlardır. ● Ağız benzeri veya yarık benzeri şekil, ● Kırmızı hücrelerin daha az elastik yapısı, ● Anormal kırmızı hücre örtüsü, ● Rh antijeni eksikliğinden dolayı artan kırılganlık, ● Kan hücresi hacminde değişiklik, Kan nakli zorlukları: Bu insanlar kan nakli sırasında zorluklarla karşılaşabilir. Bu kişinin kanı, diğerinin kanından Rh antijenlerine (RBC yüzeyindeki proteinler) maruz kalırsa, kolayca karşılık gelen otoantikorları oluşturur ve ciddi transfüzyon reaksiyonu olabilir. Bu nedenle, bu tür hastalar için, hastanelerin özel protokoller oluşturması ve hızlı müdahale yönetimine sahip olması gerekir. Hamilelik sırasında Rh uyumsuzluğu : Annede Rh boşluğu varsa ve bebeğin kan grubu Rh pozitifse ve annenin kanı bebeğin pozitif kanıyla duyarlı hale gelirse, annenin kanı, gelecekteki gebelikleri hedefleyebilecek veya kürtaja veya düşük yapmaya yol açabilecek, antikor adı verilen koruyucu proteinler üretebilir. Hemolitik kriz: Birkaç çalışma, bu tür kişilerde herhangi bir enfeksiyon veya sepsisin büyük hemolizi ardından böbrek yetmezliğini ve diğer komplikasyonları hızlandırdığını bulmuştur. Kaynaklar: https://www.medicinenet.com/what_is_the_golden_blood_type/article.htm https://bigthink.com/surprising-science/golden-blood?rebelltitem=2#rebelltitem2 https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC6305262/ https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/21375204/

  • Yıldızlı Gece

    Fotoğrafçı / Jeff Dai

  • Günün Düşüneni / Anthony Burgess

    John Burgess Wilson ya da bilinen adıyla Anthony Burgess (25 Şubat 1917 - 22 Kasım 1993), İngiliz roman yazarı, şair, besteci, eleştirmen, dil bilimci ve çevirmen. Otomatik Portakal isimli romanıyla tanınır. 1 2 3 4 5

  • KUTUP AYILARI İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KRİZİNİN EŞİĞİNDE YAŞIYOR

    Hudson Körfezi'nin soğuk kıyılarında bilim insanları, çevrenin hayatta kalma şanslarını nasıl şekillendirdiğini daha iyi anlamak için hayvanları izliyor. Bilim insanları, deniz buzu küçülmeye devam ederse, daha az kutup ayısı yavrusu doğacak, daha az hayatta kalacak ve türler zarar görecek diyor. Kutup ayıları vahşi avcılardır, ancak zamanlarının çoğunu dinlenerek ve oyun oynayarak geçirirler. Sık sık yaptıkları güreş maçları, kutup ayılarının avlanma ve dövüş becerilerini geliştirmesine yardımcı olur. Bir anne ve yavruları Hudson Körfezi'ne ulaşır. Buzla kaplı denizlere bağlı olarak kutup ayısı, küresel ısınmanın hayvanlar üzerindeki etkisinin ana sembolüdür. Kamera, bir anne ve yavruların bakışlarını çekiyor. Yetişkin dişi kutup ayıları genellikle ikiz doğurur. Genelde iki buçuk yıl kadar emzirirler. Meraklı bir ayı...

  • Neden Rüya Görürüz ?

    Rüyalar, uykunun belirli aşamalarında oluşan halüsinasyonlardır. Bilimsel olarak tanımı biraz daha açarsak; rüya, uykunun belirli aşamalarında zihinde istemsiz olarak ortaya çıkan bir dizi imge, fikir, duygu ve duyumdur. En eski tarihlerden beri, insanlar rüyaların işlevi ve anlamı hakkında teori geliştirdiler. 21. yüzyılda bile neden rüya gördüğümüzden hala emin değiliz. Rüyaları incelemenin tek yolu, rüya görene sormaktır. Rüyalar, beyin dinlenme halindeyken - uykuda olduğu gibi - ortaya çıkan duyusal bilgi kalıplarıdır. Genellikle rüyaların yalnızca hızlı göz hareketi (REM) uykusu sırasında meydana geldiği varsayılır. Uyku araştırmalarından elde edilen sonuçlar, REM ile ilgili rüyaların daha fantastik, daha renkli ve canlı olma eğiliminde olduğunu, REM dışı rüyaların ise daha somut olduğunu, genellikle siyah ve beyazla karakterize olduğunu gösteriyor. Rüya görme üzerine yapılan son araştırmalar, bir rüya sırasında (ve özellikle REM ile ilgili bir rüya) beynin duygusal merkezinin oldukça aktif olduğunu, ancak beynin mantıksal rasyonel merkezinin yavaşladığını göstermektedir. Bu, durum rüyaların neden daha duygusal ve gerçeküstü olduğunu açıklamaya yardımcı olabilir. Neden kabus görüyoruz? Ara sıra yaşanan kabuslar, sadece daha korkutucu veya üzücü bir rüya olarak kabul edilir. Kabuslar genellikle stres, anksiyete veya bazen belirli ilaçlara tepki olarak ortaya çıkar. Bununla birlikte, sık sık kabus görüyorsanız, uyku bozukluğunuz olabilir. Düzenli olarak ortaya çıkan korkunç rüyalar, şu durumlara neden oluyorsa uyku bozukluğu olarak adlandırılabilir: • Uyumak için endişeleniyorsanız • Uykunuzun sık sık bölünmesine yol açıyorsa • Diğer psikolojik problemleri ortaya çıkarıyorsa ve gün içinde etkisi devam ediyorsa Birçok insan ara sıra kabuslar görür. Bununla birlikte, Amerikan Uyku Derneği, nüfusun yalnızca yaklaşık yüzde 5'inin uyku bozukluğu olarak sürekli kabuslar yaşadığını tahmin ediyor. Rüyalarını nasıl hatırlarsın? Rüyaların hatırlanmasının zor olmasının nedenlerinden biri, hafıza ile ilişkili beyin kimyasalı norepinefrin ve beynin hatırlamaya yardımcı olan elektriksel aktivitesinin rüya gördüğünüzde en düşük seviyelerde olmasıdır. Aslında bir rüya görürseniz ama rüya sırasında uyanmazsanız, onu hatırlayamazsınız. Hatırladığınız rüyalar, uyandığınızda devam eden rüyalardır. Rüyalarınızı hatırlamanın iki yolu, uykuya dalarken kendinize rüyanızı hatırlamak istediğinizi söylemektir. Son düşüncen buysa, hafızanda hala biraz taze olan bir rüya ile uyanma olasılığın daha yüksek olabilir. Rüyayı hatırlama, en ufak bir dikkat dağınıklığıyla bile kolayca kesintiye uğrayabileceğinden, uyanır uyanmaz rüyanızın çoğunu hatırlamaya çalışmalısınız. Yataktan çıkmayın veya başka bir şey düşünmeyin. Hayalinizdeki görüntü veya anılarınızı kavramaya çalışın ve bunları bir kağıda veya akıllı telefonunuza yazın. health.clevelandclinic.org/2017/05/how-are-dreams-related-to-your-health/ sleepassociation.org/patients-general-public/nightmares/ https://www.healthline.com/health/why-do-we-dream#how-to-remember-your-dream https://www.sleepfoundation.org/articles/your-dreams https://en.wikipedia.org/wiki/

  • Gerçekler Aslında Halüsinasyon Olabilir!

    Banyoda tek boynuzlu bir at görmek her zaman bir akıl hastalığı belirtisi değildir. Bilimsel olarak halüsinasyon; kesin olarak gerçeklik hissine sahip, ancak ilgili duyu organında dış uyaran olmadan meydana gelen bir algı bozukluğudur, varsanı olarak da adlandırılır. Sanılanın aksine halüsinasyonlar şaşırtıcı derecede yaygındır. Sağlıklı bireyler, aşırı kafein (kahve), yanlış ilaç tedavisi ve stres gibi nedenlerle halüsinasyon görebilirler. 20 Kişiden 1'i Halüsinasyon Görüyor Dünya Sağlık Örgütü’nün 31.000 kişi ile görüştüğü anket 18 ülkenin ruh sağlığını ölçmek için tasarlandı. Sonuçta gerçekten tuhaf bir şeyle karşılaştı. Her 20 kişiden 1'i, yaşamları boyunca en az bir halüsinasyon gördüğünü bildirdi. Bunu tuhaf yapan şey, hiçbirinin uyuşturucu / alkol kullanmaması veya olayı hayal etmemesiydi. Anketteki kişilerin tamamı sağlıklı bireylerdi. Kafein Bir Tetikleyicidir İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre, Durham Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, fazla kahve içen sağlıklı genç erkek ve kadınların hayaller görmeye başlayabileceğini ve aslında varolmayan sesler duyabileceklerini belirttiler. Araştırma, bir bardakta ortalama 45 miligram kafein tüketen 219 üniversite öğrencisi üzerinde yapıldı.

  • Günün Düşüneni / Woody Allen

    Woody Allen, 1 Aralık 1935, New York, ABD'li film yönetmeni, senaryo yazarı, aktör, stand-up sanatçısı, oyun yazarı, öykücü ve müzisyendir.

  • Kokular Anılara Diğer Duyulardan Daha Fazla Bağlanır…

    Doğru koku, bir anıyı diğer her şeyden daha güçlü bir şekilde anımsatabilir. Koku duyusunu kaybeden kişilerde sıklıkla depresyon belirtileri görülür. Diğer duyular beynin hafıza merkezine dolaylı olarak bağlanırken, koku alma korteksinin doğrudan bir hattı vardır. Hiçbir şey bir anıyı, onu ilişkilendirdiğiniz koku kadar içgüdüsel olarak canlandırmaz. Bir süredir koku alma sistemimizin anıları canlı bir şekilde çağırmak için benzersiz bir yeteneğe sahip olduğu anlaşılmış olsa da, bu fenomenin arkasındaki mekanizma net bir şekilde belirlenememişti. Ama şimdi Northwestern Üniversitesi Feinberg Tıp Fakültesi'nden araştırmacılar tarafından yapılan bir araştırma bulmacayı çözmüş olabilir. Koku alma sistemi, hafızada önemli bir rol oynadığına inanılan beynin hipokampusuyla alışılmadık derecede doğrudan bir bağlantıya sahiptir. (Çalışma, Progress in Neurobiology dergisinde yayınlandı.) Önceki nörogörüntüleme ve intrakraniyal elektrofizyoloji araştırmaları, duyularımızın doğrudan olmasa da fonksiyonel olarak hipokampusa bağlı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte, baş araştırmacının Christina Zelano olduğu yeni araştırma, bu bağlantıların gücünün ilk titiz karşılaştırmasıdır. Görünüşe göre birincil koku alma korteksimiz hala doğrudan hipokampla bağlantılı bir his. Zelano, Medical Xpress'e "Bu, insan deneyiminin kalıcı bir gizemi oldu. Neredeyse herkes bir kokuyla başka bir zaman ve yere götürüldü, görüntülerin veya seslerin nadiren uyandırdığı bir deneyim. Yine de nedenini bilmiyoruz. Sonuçlarımızın gelecekteki araştırmaların bu gizemi çözmesine yardımcı olacağına inanıyoruz. " dedi. Evrim sırasında, hipokampusun rolünün orijinal güçlü ilişkisinden duyusal kortekslerle ve daha yüksek bağlantı korteksleri ile bağlantılara doğru kaydığına inanılıyor. (Örneğin kemirgenlerde, hipokampus tüm duyusal kortekslerle güçlü bir bağlantı kurar.) Şimdi öyle görünüyor ki, bu meydana gelirken, koku alma korteksi tek başına doğrudan hipokampa bağlanmaya devam ediyor. Zelano, "İnsanlar, bellek ağlarına erişimi yeniden düzenleyen neokorteksin derin bir genişlemesini deneyimlediler. Görme, duyma ve dokunma beyinde neokorteks genişledikçe yeniden yönlendirildi. Verilerimiz koku alma işleminin bu yeniden yönlendirmeden geçmediğini ve bunun yerine doğrudan erişimi koruduğunu gösteriyor. (hipokampusa.)" diye açıklıyor. Kokunun Önemi Koku kaybı veya "anozmi" yaşayan kişilerin sıklıkla depresyon geliştirdiği bilinmektedir. Zelano, "Koku duyusunun kaybı, etkisi açısından hafife alınır. Yaşam kalitesi üzerinde derin olumsuz etkilere sahiptir ve birçok insan bunu deneyimleyene kadar bunu hafife alır. Koku kaybı, depresyon ve düşük yaşam kalitesi ile oldukça ilişkilidir." diyor. Anosmi ayrıca COVID-19 ile ilişkilidir. Zelano, "COVID-19 salgını, koku araştırmalarına yenilenmiş bir odaklanma ve aciliyet getirdi" dedi. Baş yazar Guangyu Zhou , "COVID ile ilişkili koku kaybının nedenini daha iyi anlamak, kaybın ciddiyetini teşhis etmek ve tedavileri geliştirmek için koku alma sistemini daha iyi anlamaya acil ihtiyaç var" dedi. Zelano, "Kokusunu COVID nedeniyle kaybeden çoğu insan kokuyu geri kazanıyor, ancak zaman çerçevesi büyük ölçüde değişiyor ve bazılarında kalıcı kayıp gibi görünen şeyler var. Koku kaybını anlamak, sırayla, temel sinirsel operasyonları araştırmayı gerektiriyor. Bu yeterince çalışılmamış duyu sistemi. Çalışmamız COVID koku kaybını doğrudan ele almamakla birlikte, kokunun hayatımız için neden önemli olduğunun önemli bir yönüne değiniyor: Kokular hafızanın derin bir parçasıdır ve kokular bizi özellikle önemli anılara bağlar." diyor. Kaynak: https://www.livescience.com/why-smells-trigger-memories.html https://bigthink.com/mind-brain/smell-hippocampus?rebelltitem=3#rebelltitem3 https://www.fifthsense.org.uk/psychology-and-smell/#:~:text=The%20sense%20of%20smell%20is,a%20childhood%20picnic%2C%20for%20example.

  • Günün Fotoğrafı: Güzel ve Uyumlu İkili

    Aslan takımyıldızı içinde M65 (sağda) ve M66 (solda).

bottom of page